Arada Kaynamasın #1: Strange Days – Kathryn Bigelow

Görücüye çıkacağı dönemi doğru planlayamamanın ya da enfes bir filmografinin içinde ‘görece vasat’ olarak nitelendirilmenin ceremesini çeken filmler vardır. Bunların bazıları küçük bütçeli bir ilk film, bazıları box office fiyaskosu, bazıları da eleştirmenler tarafından yerden yere vurulan mutlak başarısızlıklar olarak alır sinema tarihindeki yerini.

‘Underrated’ ve ‘overrated’ kelimelerinin TDK’ya girme başvurularının yetkililer tarafından gözden geçirilebileceği günümüzde, ilk kelimeyi ‘hak ettiği değeri görmemiş’ olarak maceramıza dahil edelim. Sakın ortalıkta fink atan, birbirinin tıpatıp aynısı içeriklerden birine denk geldiğinizi düşünmeyin. Bu yazı dizisindeki derdimiz, ‘büyük’, ‘kalburüstü’ ya da ‘kendini ispatlamış’ yönetmenlerin ‘nispeten’ geri planda kalan filmlerine ışık tutmak. Çektiği iki filmle sinema tarihinin en büyük yönetmenlerinden sayılan harika çocuklara eğilmek için zamanımız bol nasıl olsa.

Kimi radarınıza girmemiş, kimi daha sonra kült statüsüne yükselmiş, kimi kaybolup gitmiş ‘yönetmen sineması’ örneklerine dadanacağımız ‘Arada Kaynamasın’a hoş geldiniz. Hazırsanız başlayalım!

Yazı: Fırat Ataç

Arada Kaynamasın #1, Strange Days / Kathryn Bigelow

1987’de çektiği Near Dark ile redneck temsillerinin ortasına neon ışıklara bulanmış gotik bir vampir hikayesini boca etikten sonra Blue Steel’de (1990) maskülenlik ve silah fetişizmini kutsayan Kathryn Bigelow, asıl bombasını aksiyon sinemasının başatlarından biri olarak gösterilen Point Break (1991) ile patlatmıştı. Hurt Locker (2008) sayesinde kazandığı En İyi Film ve En İyi Yönetmen ödüllerinden önceki 17 senelik zaman zarfı, inişli-çıkışlı grafiğin tam tanımı olsa da her daim ‘kendine haslık’ barındırdı.

Amiyane tabirle ‘A- Listesi’ne yükselmesi, işin içine magazinsel boyutun dahil olmasıyla gerçekleşti. Sinema tarihinde En iyi Yönetmen Oscarı’nı kazanan ilk kadın olurken, rakiplerinden biri eski eşi James Cameron ve onun Avatar’ıydı. Bigelow’un erken dönem filmlerine hayranlık duyan biri olarak Hurt Locker beni hiç enterese etmese de sinema zevkimi şekillendiren filmleri azımsanmayacak sayıda olan James Cameron’ın yüzündeki ifadeyi görmek paha biçilemezdi!

20

İkilinin boşandıktan sonraki ortaklığı Strange Days (1995), dönemin gişe garantili ismi Cameron’ın senarist/yapımcılığına rağmen birçok açıdan beklentilerin uzağında kaldı. 42 milyon dolarlık bütçesi, 8 milyon dolarlık bir gişeyle karşılık bulurken, eleştirmenler tarafından da sevilmedi. Paralel cereyan eden olay örgülerinin fazlalığıyla açıklanan senaryo karmaşıklığı, POV tecavüz ve cinayet sahnelerinin de içinde bulunduğu ‘elini korkak alıştırmayan’ bir şiddet kullanımıyla birleşiyordu. Süperkahraman filmlerinin bile 130 dakikadan az olmadığı günümüzde mevzu bahis olmayacak 145 dakikalık süre ‘kurgu başarısızlığı’ ile yaftalanırken, 1995 yılı Bigelow’un kariyerinin uçurumun kenarından döndüğü yıl olarak zihinlere kazındı.

Elde edilen Oscar başarısından sonra yönetmenin kariyerinde geriye dönük yapılan filmografi ziyaretleri, Strange Days’in aslında ne kadar iyi bir film olduğunu gün yüzüne çıkardı. Genel kitlenin bu geri basışı, ilk izlediğim anda sevdiğim filme karşı olumlu ya da olumsuz bir referans değil tabii ki. Yine de Strange Days’in Bigelow filmografisindeki değil fiyasko, en iyilerinden biri olduğunun –geç de olsa– kabul görmesi yüzümde fotojenik olmayan bir sırıtış yaratıyor.

Milenyuma girmeye sayılı günler kala ırkçılığın tavan yaptığı, paranoyaklık ve güvensizliğin insanların günlük yaşamının parçası haline geldiği bir Los Angeles’ta geçiyor Strange Days. Ana karakterimiz Lenny, bir polis eskisi. Hayatını, ‘tecrübeler’ satarak kazanıyor. Devlet nezdinde yasak olan bu karaborsa iş, beyine sinyaller gönderen bir cihaz sayesinde başkalarının yaşadığı hatıraları, tamamen aynı hisleri yaşatarak deneyimletme esasına dayalı. Sanal gerçekliğin uyuşturucunun yerini almaya başladığı zamanlar… Tecrübe sonunda, ölen birinin kaydını izleyerek ölüm hissini tatmak, bedensel engelli olsanız da kumsalda koşmak, şuradan şuraya hareket etmeden sevişmek hayal değil.

STRANGE DAYS

Eski sevgilisi ve şimdilerin rock yıldızı Faith ile olan hatıralarına bağımlı Lenny’nin hayatı, eline ”snuff” olarak tanımlayabileceğimiz bir kaydın geçmesiyle hareketleniyor. Meslek etiği (!) bu tip tecrübeleri satmaya içi el vermeyen Lenny, 1992’de Los Angeles’ı kavuran Rodney King Ayaklanması’nın açık şekilde imitasyonu olan Jeriko One Ayaklanması’nda buluyor kendini. Takdir edersiniz ki iki faşist polisin infaz ettiği kanaat önderi siyahi bir rapçinin cinayetini açıklığa kavuşturacak materyalleri elinde bulundurmak hiç de kolay değil. Üstelik, bizzat kendisi yüzünden hayatı tehlikeye girebilecek insanların varlığı ve kendisine yollanan sayısız cinayet kaydı kafasını fena halde bulandırmışken…

James Cameron’ın Jay Cocks ile birlikte kaleme aldığı senaryo, bilimkurgu yazınına damga vurmuş ünlü yazarların hikayelerine göndermelerle dolu. Mick Farren’ın 1978 tarihli romanı  The Feelies’i bu konuda baş köşeye otururken, şaşılmayacak şekilde Philip K. Dick etkisi de sezinleniyor. Saf bir bilimkurgu hikayesi anlatmaması ve çözülmesi gereken cinayetler üzerinden kurduğu gizem/gerilim tercihi, filmi Cyperpunk etkili bir kara filme dönüştürüyor. Geleneksel ‘kim yaptı?’ kurulumunun bilimkurguyla kaynaşması belki de bu kadar çekici olan. Türler arası geçişler, tutunabileceğiniz dal konusunda size özgür alan bırakıyor.

DEfVUb0UAAQLTRI

Tematik olarak içinde salındığı sanal gerçeklik, Strange Days’in en büyük avantajı. Bağımlılık yaratması kuvvetle muhtemel bu olgu, sinemayı neden sevdiğimizi de bize hatırlatır nitelikte. Bir filmi izlerken ya da sanal bir tecrübe yaşarken dünyayı başkalarının gözünden görüyor ve bunun dayanılmaz çekiciliğinin içerisinde kayboluyoruz. Bunu istiyoruz, seviyoruz. Yaşanılan hislerin, adı konulmamış bir vaadin karşılığı olduğu çok açık. Lakin film, ‘gerçeklikten uzaklaşma isteği’nin uçsuz bucaksız dehlizlerine girmek istemiyor. Neden çaresizce buna ihtiyacımız olduğuna dair beylik cümleler duymuyoruz. Karşımızdaki bir eğlence sineması örneği ve ‘hayat kokuşmuş, şiddet normalleşmiş, suç, ırkçılık, nefret her yerde’ gerçeğinden kaçışı sanal gerçeklikte buluyor. Bir nevi amaç değil, araçtan bahsediyoruz.

İşte bu noktada bu aracı muazzam bir şekilde kullanan Kathryn Bigelow devreye giriyor. Tüm görsel tercihleri, tüm doğruları karşılıyor. Steadicam’i nasıl kusursuzca kullanıyorsa aynı yetkinliği POV çekimlerde de sergiliyor. Özellikle hatıra sahnelerindeki uzun planlarla seyircisi ve karakteri arasında kurduğu deneyim ortaklığı paha biçilemez. Yakın gelecekten bahsetmesine rağmen yarattığı pesimist tasvirin inandırıcılık problemi yok.

strange-days

Sert bir film bu. Yazının başında da bahsettiğim gibi olumsuz eleştirilerin bir kısmını, ‘göstermek’ konusundaki cesaretinden alıyor. Bigelow, filmin çekildiği yıl verdiği bir röportajında şu cümleleri kullanıyor: “Strange Days’in provokatif bir tarafı olduğunu kabul ediyorum. İstediğim kaotik, patlayıcı ve kıyametvari atmosferi yaratmak için bir gereklilik bu. Şiddeti sevmem ama şiddetle ilgilenirim. Bunun hayatımızın bir parçası olduğunu unutmamamız gerekiyor. Öte yandan bu filmin umut, aşk ve kefaret gibi temaları var. Hepsi önlenemez bir şiddet sarmalından sonra ortaya çıkıyor.”

MV5BMGZhNWY4ZmEtMDlhZS00NGViLTk4MTUtZjFlMjY2MDk0MTI0XkEyXkFqcGdeQXVyMjUyNDk2ODc@._V1_

Schindler’s List’le elde ettiği Oscar adaylığından kopup gelen Ralph Fiennes, darmaduman romantik serseri Lenny rolüne eser miktarda karizma katarken, Angela Bassett da James Cameron’ın çok sevdiği kıç tekmeleyen kadın rolünde harikalar yaratıyor. Juliette Lewis’in cüretkarlık ve ses, Tom Sizemore’un ise her zamanki güvenilmez tiplemesiyle renk kattığı kadro, çoğu 90’larda kalan sayısız karakter oyuncusuna da ev sahipliği yapıyor.

Karanlık bir fantezi olmasına rağmen aklımızın alabileceği gerçeklikten kopmamayı başaran Strange Days, Point Break’in kurusıkı bir başarı olmadığının kanlı canlı ispatı. Hem aksiyon sinemasında ilk tercih olmayan kadın yönetmenlerin yerini yeniden kurguluyor hem de zamanında değersizleştirilmesine rağmen aynı zamanın iyileştirebileceğini de fısıldıyor.

Dadanizm sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et