Röportaj: Yasemin Szawlowski ile bilinmeyen sulara

Son dönemde Pera Palas’ta Gece Yarısı ve İstanbul Film Festivali’nde prömiyerini yapan Bana Karanlığı Anlat’taki rolleriyle izlediğimiz ve büyük bir iştahla dadandığımız bir isim Yasemin Szawlowski. 

Büyülü sahne tozunu çok erken yaşta yutanlardan o da. Bale eğitimiyle başladığı yolculuğu “olmazsa olmazım” dediği dans ve en iyi haline ulaşması için bir aracı olarak gördüğü oyunculukla günden güne başarısını pekiştirerek devam ediyor. Tanışınca da anladık ki daha iyi olmak için yalnızca kendiyle yarışan, canlandırdığı karakterlerle şifa bulmak ve iz bırakmak isteyen bir oyuncu var karşımızda. Gelecekten haber vermiş gibi olmayalım ancak bilmediği sulara kulaç atmaktan hiç çekinmeyen Szawlowski’yi hafızamıza iz bırakan rollerle izleyeceğimizi söyleyelim. Sohbet için oturduğumuz masada, Yasemin Szawlowski dansa olan tutkusundan; oyunculuğun kendisi için ne anlama geldiğine kadar pek çok şey anlatıp hikayesinin arka planına davet etti bizi. 

Fotoğraflar: Kaan Temizkan (Düğme Film)

Yasemin merhaba! Projelerini ve özellikle son dönemde rol aldığın yapımlara büyük bir iştahla dadanıyoruz. Peki geçmişe gidecek olursak dans ve oyunculuğun kalıcı bir şekilde hayatında yer edineceğini ilk ne zaman fark ettin? Hikayeni bizim için başa sarabilir misin?

Beş yaşındaydım, evde Mezzo kanalında bir bale seyrediyorduk. Annemlere dönüp “Ben de istiyorum,” dediğimi hatırlıyorum. Şans, yanlış hatırlamıyorsam ya ertesi gün ya da o hafta içinde bir gün sınıf açıldı ve çat diye başladım. Ondan kısa bir süre sonra AKM Çocuk Balesi’nin sınavlarına girdim ve kazandım. Böylece Devlet Opera Balesi’nin çocuk dansçılarından oldum. O aralar Rusya’dan Borodinin Prens Igor operası için seçmeler yapmak üzere bir repetitör gelmişti. Prens Igor’un üç çocuğu seçilecekti ve ben o üç kişiden biri oldum. Seçildiğim anı hatırlıyorum da çok özel hissetmiştim kendimi. Hemen o akşam provalar başladı. Sanırım o andı, “Tamam, budur” dediğim. Müthiş bir histi benim için. Bir iki yıl sonra da ortaokul için İstanbul Üniversitesi’nin Devlet Konservatuarı’nın bale bölümü için sınavlara girip kazandım. Ortaokul boyunca tüm zorluklara ve aşırı disipline rağmen baleye çok aşıktım. O yaşta hayat amacımı bulmuş olmanın coşkusunu yaşıyordum, tam bir adanmışlık hissi içerisindeydim ve bu beni çok güçlü hissettiriyordu. AKM de devam ediyordu; operalar, baleler, çocuk oyunları ve tiyatrolarda dans ediyordum. Hayat koşturmalı ve güzeldi.

Kariyer yolculuğunda oyunculukla yolun nasıl kesişti peki?

Lise dönemi psikolojik olarak hem hocaların tutumu hem yaşadığım bazı sakatlıklar beni giderek üzmeye ve aşık olduğum mesleğim saydığım baleden uzaklaştırmaya başladı. Lisede sinemaya merak sardım, devamlı festival filmlerine bilet almaya ve ailemle durmadan film izlemeye başladım. O dönemde bale bölümündeki arkadaşlarımdan uzaklaşıp daha çok bale bölümünün alt katında olan tiyatro bölümünden arkadaşlıklar kurmaya başladım. Zaman içinde onlarla vakit geçirdikçe ve oyunlarını izlemeye, izlediğimiz filmler üzerine konuşmaya başladıkça baleden daha da uzaklaştığımı hissettim. Bir arkadaşım, “Sen çok mutsuzsun balede, niye oyunculuk yapmıyorsun; çok ilgilisin,” diyerek kafamı açtı sanırım. Hemen sınavlara hazırlanmak üzere bir hoca buldum ve tiyatro bölümünü kazandım. İlk iki yılımda ne yaptığımı pek anlamadım, evcilik oynar gibi geliyordu. Sahnede olmayı çok sevmeme rağmen tiyatro ilgimi hiç çekmedi ve kendimi pek açamadığımı hissettim. Son sınıfa geldiğimde Celal Kadri Kınoğlu sahne hocamız oldu, onun sayesinde çok açıldım ve görüldüğümü anlaşıldığımı hissettim. Bu da bana özgüven verdi ve kabuğumdan çıktım. İlk kamera önü tecrübem “Büyük Sürgün Kafkasya” setinde oldu. Orada tıpkı balenin ilk yıllarında yaşadığım yükselmeyi o sette hissettim ve dedim ki kamera önünde olmaya bayılıyorum.

Pera Palas’ta Gece” Yarısı ve sonrasında da İstanbul Film Festivalinde ilk gösterimini yapan “Bana Karanlığı Anlat…” Yoğun bir takvimin vardı son günlerde. Bu yoğun çalışma dönemini, yeni hikayelerin kahramanı olmayı ve sana hissettirdiklerini anlatır mısın bize biraz?

İki projedeki anti-kahraman olma durumu beni hayatta olmaktan çekindiğim katmanlara yaklaştırdı ve beni bir anlamda özgürleştirdi. Gizem’in filmi içinse bir parantez açmam gerekirse “ilk”ler unutulmaz cümlesi klişe ve arabesk olsa da Gizem’in filminde yer alma söz konusu olduğunda bu sıfat “Başkasının hayaline tanık ol, ucundan tut ve kendinin de dahil olduğu kolektif bir hayale dönüştür,” oldu benim için. Hep de filmografimin kaptan köşkünden bana selam çakacak.

Çok farklı karakterlere uzanıyorsun oyunculuğunla; bir senaryoyu okurken sende neler kalp çarpıntısı yaratıyor? Ve merak ediyoruz bir role hazırlanırken seni besleyen şeyler neler oluyor?

Senaryoyu okurken direkt sahneler canlanıyor. Aklımda beni en çok gaza getiren, heyecanlandıran yapabileceklerimin çeşitliliği oluyor. Duygu katmanları, sözsüz oyunlarım, aksiyon varsa fiziksel olarak sınırlarımı zorlayacak yeni sınavlar beni çok heyecanlandırıyor. Özellikle bilmediğim, kendimde keşfetmediğim yanlarıma parmak basan, bende hem heyecanlı hem de yapıcı korku yaratan sahneler okurken heyecanlanıyorum. Sonya benim için çok özel, kendimde bastırdığım iyi insan-doğru insan olma sıkışıklığımı tamamıyla yıkan bir karakter oldu. Çok özgür bir şekilde karanlıkta tuttuğum taraflarımı keşfetmeme yardımcı oldu. Zaten hayat verdiğim tüm karakterlerimden beklentim, kendi en yüksek versiyonuma ulaşmak ve bütünlük hissetmeme bir araç olması. Böylelikle şifa buluyorum.

Bale çok küçük yaşlardan itibaren inanılmaz bir disiplin ve azim gerektiriyor. Hayatının bir döneminde bale yapmış biri olarak antrenman rutini, beslenme ve daha birçok konuda balenin, yetişkinlik hayatımı şekillendirdiğini düşünüyorum ben. Sen ne dersin, bale yapmanın senin yetişkin hayatına nasıl etkileri oldu sence?

Disiplinimi tamamıyla baleye borçluyum, hatta oyunculuğumu da. Hem AKM Çocuk Balesi hem de konservatuarda bale eğitim sürecim bana sahne makyajı, estetik algısı, vizyon, stil, kostüm bilgisi, müzik repertuarı, dans çeşitliliği, duruş, ifade gibi pek çok doneyi katarak sanatçı kişiliğimin temelini oluşturdu. Başka bir çağdaymışçasına yetiştiriliyoruz. Balenin özü bu döneme, modern günümüze tamamıyla aykırı. Hocalarımıza koridorlarda hatta bazen sivil hayatımızda sokakta karşılaştığımızda bile reverans veriyorduk. Bizden bu talep ediliyordu, genç yaşta başladığımız için de yüzde yüz itaat ve adanmışlık yaşıyorduk. Yetişkin bir yaşta olması mümkün olmayan bir düzen yüzden genç yaşta başlaması çok başka bir algı ve disiplin yaratıyor.

Bale ve oyunculuk gibi performans gerektiren iki branşın yanında bir de dans var kariyerinde. Dans ile nasıl bir ilişki kuruyorsun?

Dans benim olmazsa olmazım. Kalktığım andan yattığım ana kadar her an her yerde dans edebilirim. Hayatta yapmaktan en fazla keyif aldığım aktivitelerden biri.

Her biri performatif disiplinler, sahnedesin, göz önündesin, izleniyorsun… Bale, dans ve oyunculuk arasında bir bağ kurmanı istesek neler söylersin bize; her birinin senin üzerinde nasıl etkileri var? Bu disiplinlerin birbirini besleyen yönleri olduğunu düşünüyor musun, senin kişisel deneyimin ne yönde?

Tabii ki besliyor, beslemez olur mu 🙂 Bedenini algılayan, tanıyan biri olarak ilk temeli atmış oluyorsunuz. Üstüne duyguları yükleyince, tanımak için senelerce uğraştığın o beden artık refleksif hareket edebilmeye başlıyor. Teknik düşünmediğin noktada duygular devreye giriyor. Oyunculuğun temeli o duygularla bağlantıda olmak fakat oyunculuktan aldığım hatta oyunculuk sayesinde hayata bağlandığımı hissettim. Ezbere olmama hali, hayattaki her an, her durum kısaca tüm duyularımla deneyimleyebildiğim her bir şey bana ilham verebilmeye başladı bir bütün haline geldi.

Yakın zamanda Gizem Kızıl’ın ilk uzun metraj deneyimi olan Bana Karanlığı Anlat’ta izledik seni. Senin için ne kadar özel bir yeri olduğunu da biliyoruz. Film, İstanbul Film Festivali seçkisinde yer aldı. Nasıl bir deneyimdi festivalde izleyiciyle buluşmak? Projenin arka planına ve çekim sürecine götürebilir misin bizi?

Gizem’le ilişkimiz yönetmenim olmasıyla başladı fakat sonradan yakın dostum hatta yıllanacağına inandığım nadir yol arkadaşlarımdan olacağına kısa zamanda ikna olduğum biri oldu. Onun ilk filminde yer almaktan onur duydum. Bu kadar insanı, oyuncuyu anlayan biriyle ilk filminde çalıştığım için çok şanslıyım. Hazırlık sürecinde yönetmene çok soru soran biriyimdir. Gizem, her soruma bana en yarayacak şekilde cevap verdi. Set süreci karnaval gibi geçti. Çok keyifli, huzurlu ve rahattı; hiç bitmesin istedik ekipçe. Her şeyin üstüne ilk kez bir filmim festivalde yarışıyordu ve festival süreci müthiş keyifli geçti, gerçek bir ekiptik. Hayallerdeki set ekip ruhu umarım hep böyle ekiplerle böyle işlerde yer almamla devam eder. 

Pera Palas’ta Gece Yarısı” ile zamanda yolculuğun mümkün olduğu bir hikaye izliyoruz. Böyle bir imkanın olsa senin rotan neresi ve hangi zamanlar olurdu, merak ettik.

İstanbul’da gün daha yeni doğmakta. Issız Arnavut kaldırımlarında topuk sesleri duyulur. Bu kadın belli ki gece şık bir davete katılmış. Gün doğana kadar flörtleşmiş ve dans etmiş. Henüz açılmamış bir terzi dükkanının önünden geçerken pencerede kendi yansımasını fark eder. Göz ucuyla kendine bakar. Hafif kaymış küçük şapkasını düzeltir ve ıslık çalarak yürümeye devam eder.

Bir sürü yeni projeden bahsettik ama seni yeni yapımlarda görmek için büyük heyecan duyuyoruz. O yüzden sormadan edemeyeceğiz: Kişisel olarak kariyer yolculuğunla ilgili hayallerin neler?

Tarihe iz bırakacak, ruhuma şifa getirecek, birlikte vakit geçirdiğim birbirinden yetenekli yaratıcı, yapıcı ve üretken insanlarla bir arada olabildiğim projelerde yer almak. 

Birkaç ay önce Instagram’da “Zamanda yolculuk yaptım ve sekiz yaşındaki Yasemin’e bir not bıraktım” açıklamasıyla bir paylaşım yaptın. Bu kez de Dadanizm olarak zamana yolculuğa davet ediyoruz seni. Gelecekteki Yasemin’e bir not bırakır mısın?

Kendine inanmaktan vazgeçmediğin için teşekkür ederim.

Dadanizm sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et