Yerini söyleyemeyiz, kendiniz bulun: Kaia Bebek

“Ararsan bulursun, yeşil ışığı görürsen demir kapıyı çalarsın, kırmızıyı görürsen durursun. Küçük Bebek’te yokuşa gelmeden iyice bakarsan, anlarsın.”

Evet, ufak bir bilmeceden sonra bahsettiğimiz yerin İstanbul’un en yeni speakeasy mekanı Kaia Bebek olduğunu söylemek isteriz.

Önce şu soruyla başlayalım: Nedir speakeasy?

Amerikan gece hayatı kültüründe önemli bir yeri olan speakeasy, Amerika’da 1920-1933 yılları arasındaki içki yasağının olduğu “Prohibition” döneminde ortaya çıkıyor. Alkolün yasaklanmasıyla beraber gizli saklı yerlerde toplaşmalar, göz önünde olmayan yerlerde sosyalleşmeler başlıyor. Gizli gizli içki içilen, insanların toplanıp viskilerini yudumladığı, cazını müziğini dinlediği mekanlara speakeasy denmeye başlanıyor ve bu bir tür şehir geleneğine dönüşerek günümüze kadar geliyor. Araştırmalara göre ”speakeasy” kelimesi ise dışarıdan dikkat çekmemek için barmenlerin müdavimlerini kısık sesle konuşmalarını uyarmasıyla ortaya çıkmış. ”Şşt, kısık sesle konuşalım arkadaşlar” diye diye bugünlere gelmişler işte. 

Dışarıdan bambaşka bir izlenim veren bu mekanların çoğu ”kapıyı çal, parolayı söyle, tanıdıksa içeri al” konseptiyle ilerlese de farklı farklı kurgularla konuklarını ağırlamaya devam ediyor. Artık tanışıklık o kadar da belirleyici bir unsur değil. Hele birazdan anlatacağımız Kaia Bebek’te hiç değil!

_MG_3427

Küçük Bebek civarında bulunan Kaia da İstanbul’da gerçekten kendimizi mutlu ve evde gibi hissettiğimiz, lezzetli kokteyl seçenekleri ve gece yarısına kadar açık ocak başıyla izakaya (Japon pub) konseptli bir ”speakeasy”. Anlamı Japoncada dinlendirici yer olan (ki kız çocuklarına verilen bir isim ayrıca) Kaia’nın kurucuları Mehmet ve Gökhan sektörden edindikleri deneyimlerini bu mekanda buluşturuyor. Tabii bu buluşma, gece hayatı sektörüne yeni bir dokunuşla oluyor ve gerçek bir speakeasy ile karşımıza çıkıyorlar. Aslında biraz da gitmek istedikleri mekanı İstanbul’da bulamadıkları için bu işe girişiyorlar. Dostlarıyla rahatça bir araya gelecekleri, konukların birbirlerini kıyafetlerine göre süzüp yadırgamayacağı, tanıdık tanımadık kim varsa rahatça bir araya gelip dans edeceği, harika yemekler yiyip özgün kokteyller eşliğinde muhabbetin derinliklerine gömüleceği… 

Burayı bulmak için Bebek meydana gelince yeşil ışığı görmeniz gerekiyor, orada demir bir kapı göreceksiniz. Anlamak güç fakat imkansız değil. Yeşil ışık yanıyorsa kapıyı çaldığınızda ufak aralıktan biri mutlaka bakacak, size gülümseyecek ve kapıyı açacak. İçeri girdiğiniz anda kendini tanıştıran ve elinizi sıkan ekip; dönerken sizi yine kapıya kadar geçirip uğurluyor. Burada dediğimi gibi kıyafet kuralı yok; erkek- kadın kaç kişi olayı yok. Bazen çok kalabalık olup limiti doldurduklarında ya da tatil günlerinde yeşil ışığı kırmızıya çevirip girişi kapatıyorlar; zaten kırmızıyı gördüğünüzde şansınızı başka bir günde denemeniz gerektiğini anlıyorsunuz. 

Müzikler ise rock ve indie sakin sularda gezse de partilemeye yakın oldukları akşamlarda hiç ummadık bir anda Spice Girls eşliğinde kendinizi zıplarken bulabileceğinizi de söylüyorlar. Yani bir nevi ortamın enerjisine, günün hal ve ahvaline göre bir müzik seçkisi var.

Gelelim yeme-içmeye…

Kaia’nın kokteyl menüsü oldukça geniş: 600 yıllık bir tariften uyarlanan Lion’s Milk Punch, hindistancevizi ve viskinin buluşması Taurus Highball, rakılı Mule Ala, Susamlı Viski Sour, renk değiştiren Blue Butterfly Pea çayının kullanıldığı Magic Tonic favorilerden. Sürekli yeni tarifler denediklerini söylüyorlar. Klasik kokteyllerden ziyade menüdeki onlara has seçeneklere şans verin deriz. Kurucularından Gökhan’ın Soho House, Babylon ve Lucca başta olmak üzere İstanbul’un öne çıkan mekanlarında uzun yıllara dayanan bir barmenlik deneyimi var. Yeterli bir referans oldu değil mi?

Buranın her yerine olduğu gibi yemeklerine de Japon etkisi hakim. Hatta Mehmet menülerindeki seçkiyi ‘japas’ olarak tanımlıyor. Yani Japonais + tapas birleşimi… Doğru bir tanımlama olmuş sahiden. Asya mutfağının yansımalarından edamame piyaz, avokado tempura, langostin, teriyaki chicken, seafood crackers, ördek beğendi (duck liked it), frankfurter sosis ve hindistan cevizli tavuğu günlük değişen menülerde görürseniz kaçırmayın. Ama Japon diye sushi görmeyi beklemeyin. Sushi yok, no sushi!

_MG_3408

Yemeklerin isimleri de deneyimledikçe değişiyor. Mesela ördek beğendi, edamame piyaz kendiliğinden çıkıvermiş. Menüleri de mekanın atmosferi gibi rahat. Hatta zaten her gün elle deftere yazıyorlar menülerini. O gün ne var, ne yok, ne bitmiş deftere birer birer not ediyorlar. Her güne, yeni bir sayfa, yeni bir başlangıç… (Aşırı arabesk olduk bir an.)

Yumuşak ve loş ışıkların aydınlattığı mekanı da Japonya’ya dair bildiğimiz tüm güzel detayları üzerinde taşıyor. Koca koca açmış sakuralar, özel kağıtlara yazılmış notlar haikular, ahşap mobilyalar ve murallerle her detayı üzerinde incelikli bir şekilde düşünülmüş. Hatta bizim ziyaret ettiğimiz gün, taptaze bir mural vardı duvarda: bir gün öncesinde Contemporary Istanbul’da da işleri sergilenen Portekizli bir sanatçı, kokteyl karşılığında duvarlarına dev bir çizim yapmıştı.

Dedik ya, kafalarına estiği gibi tadını çıkarıyorlar mekanın. Konuklarını da aynı rahatlıkta ağırlıyorlar. İstanbul’un keşmekeşinde bu bir rüya değil de nedir?

Fotoğraflar için Ozan Eicher’e teşekkürler!

Dadanizm sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et